8 Ocak 2021 Cuma

Bernarda Alba'nın Evi Dramaturgi Raporu

1.TEMEL BİLGİLER:

Oyunun Yazıldığı Yıl – İlk Sahnelenişi: 1936-1945

Türkiye’de Oyuna Dair Önemli Temsiller: 1961 yılında Mahir Canova; 1991 yılında Ergin Orbey; 2004 yılında Ayşe Emel Mesci Rejisiyle Devlet Tiyatroları bünyesinde, 2007 yılında Engin Alkan rejisiyle İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde sahnelenmiştir.

Oyun Yazarının Kısa Yaşamöyküsü: Oyunun Yazarı Federico Garcia Lorca 1898-1936 yıllarında yaşamış, Çağdaş İspanyol Edebiyatının en önemli yazarlarından birisidir. Yazar yaşam süresi boyunca çok önemli şiirleri ve tiyatro oyunlarını kaleme almıştır. Kanlı Düğün, Yerma ve Bernarda Alba’nın Evi oyunları Endülüs üçlemesi olarak adlandırılır ve yazarın başyapıtı olarak kabul edilir. Lorca, 1936 yılında İç Savaş arifesindeki İspanya’da Franco’nun adamları tarafından öldürülmüş ve ölümü sadece geride bıraktığı yapıtlarıyla değil, siyasi olarak da büyük bir etki yaratmıştır.

Oyunun Yazıldığı Dönemin Siyasi ve Toplumsal Yapısı: Oyunun yazıldığı dönemde İspanya mutlak monarşi düzeninden bireylere hem demokratik hem de medeni haklar veren bir cumhuriyet düzenine geçiyordu. Ancak bu geçiş pek çok ideolojik çatışmanın başlamasına yol açmış, İspanya bir iç savaşın eşiğine sürüklenmişti. Nitekim kısa bir süre sonra da uzun yıllar sürecek iç savaş başlayacaktı. Dönemin toplumsal yapısında İspanyol halkı toprağa büyük ölçüde muhtaçtı ve diğer Avrupa ülkelerinin aksine medeni haklar ve modernleşme anlamında epey geride kalmıştı.

Dönemin Sanat Anlayışına Bağlı ve Oyunun Etkilendiği Akımlar: Gerçeküstücülük akımı dönemi en çok etkileyen akımlardan birisi olarak Lorca’yı da etkiledi. Oyunlarında sürrealizm’in izlerine bolca rastlanmaktadır.

Oyunun Türü: Çağdaş Tragedya

2.SAHNE BÖLÜMLENMESİ

1.Perde (1. Sahne): Oyun, Bernarda’nın eşinin ölümü nedeniyle kızları birlikte kilisedeyken başlar. Bu sahnede Hizmetçiler arasındaki konuşma ile Bernarda karakteri Shakespeare oyunlarındaki gibi izleyiciye aktarılır. Bernarda’nın katılığı, kuralcılığı vurgulanır, evin kızları hakkında bilgi verilir. Sahne ev halkının ve komşularının ağıt için eve gelmesiyle devam eder. Sahne boyunca toplumsal kurallar ve töre hakkında bilgiler ediniriz. Bernarda ölen eşi için 8 yıllık ağıt tutulacağını, kızların bu sürede çeyizlerini hazırlayacağını söyler. Ayrıca Angustais’in, Pepe el Romano ile evleneceğini öğreniriz. Bu haberi alan Adela’nın şaşkınlık ve üzüntü yaşaması ona karşı duyduğu aşkı bizlere gösterir. Adela’nın başkaldırısını ilk olarak bu haberi aldıktan sonra görürüz. Adela, diğerleri gibi olmadığını ve ertesi gün yeşil elbisesini giyerek dışarı çıkacağını söylemektedir.

2.Perde (2. Sahne): 8 yıllık ağıt tutma süreci başlamış, evin kızları çeyizleri için çeşitli örgüler hazırlamaktadır. Bu sahnede özellikle baskılanmış kadınların gözünden erkekler ve evliliğin anlamları hakkında bilgi alırız. Ayrıca Angustais ile Nişanlı, Pepe el Romano’nun evden başka biriyle görüştüğüne dair imalar da yazar tarafından bizlere verilir. Adela karakteri bu sahnede başkaldırı yolunda biraz daha yüreklenmiş, sürekli olarak kendisini kontrol eden kardeşlerine isyan etmekte bu hareketleriyle de evdeki diğer kişilerin özellikle La Poncia’nın şüphesini çekmektedir. Bu şüpheler, Adela ile Pepe Romano arasındaki ilişkiyi bizlere doğrular, bu süre zarfında Martrio’nun da Romano’ya aşık olduğunu öğreniriz. Böylece hem törelere karşı hem de kardeşler arasında bir düğüm oluşmuştur. Sahne sonunda zina sonucunda doğan bebeğini öldürdüğü iddasiyla komşu bir kadın öldürülürken, Adela’nın da hamile olduğunu ve benzer bir kaderi yaşamaktan korktuğunu öğreniriz.

3.Perde (3.Sahne): Adela’nın aşkı uğruna töreye ve kardeşlerine baş kaldırması ve sevdalısı ile kaçmak için eylemde bulunmasıyla olaylar gelişir, gerçekleri öğrenen Bernarda, Angustais ile nişanlı Romano’nun Adela ile birlikte olduğunu öğrenince onu öldürmek ister ancak başaramaz. Romano’nun öldüğünü zanneden Adela intihar ederken, Bernarda onun ölümüne ağıt yakmaktan çok onun bakire olarak öldüğünü haykırmakta, törelerin önünde diz çökmektedir.

3.ZAMAN VE UZAM BOYUTU:

Bernarda Alba’nın Evi, Lorca’nın Endülüs üçlemesindeki diğer oyunlarında olduğu gibi 1900’lü yılların başında, İspanyol kırsalında geçmektedir. Bu yöreye ağır töreler, yazılı olmayan toplumsal kurallar hakimdir. Bu töreler ve toplumsal kurallar, baskıcı, otoriter, muhafazakâr Bernarda karakteri üzerinden anlatılır. Bernarda aslında o dönem kırsalda yaşayan ve törelere sıkı sıkıya bağlı halkın ve otoritenin bir yansımasıdır. Bernarda’nın kızları, birbirinden farklı karakterlere sahip olsalar da törelerle baskılanan bireyin acısını, arzularını ve özgürlük isteklerini sembolize ederler. Kızlar, farklı kişilik özellikleri gösterirler; ancak baskılanan, otoriterinin altında ezilen bireyin temsilcisidirler.

Evin hizmetkarları da aslında bu toplumsal baskıcılık içerisindeki bir başka hiyerarşiyi bizlere gösterir. Tüm toplumsal kurallar ve normlara ek olarak, Bernarda ve çalışanları arasında bir işçi-işveren ilişkisinden öte, sahip-köle ilişkisi vardır. Bernarda aile bağlarına önem verip yer yer kızlarını umursasa da asıl derdi töre ve toplumsal kurallarladır. Evin kızları son derece baskılanmış ve özgürlükleri kısıtlanmış olarak belki de annelerinden gördüklerinin acısını, evin hizmetkarlarına emir yağdırıp, onlara hakaret ederek çıkarmakta, kendi gördükleri baskıyı bir başkasına çektirmektedirler. Bu sınıfsal ayrım, toplumsal kurallarla iç içe geçmiştir. Nitekim Bernarda kızlarından birine sevdalanan oğlanın ailesi işçi diye bu ikisini evlendirmek istememiş ve “işçi ailesine kız vermem” demiştir. İşin ironik boyutu, sınıfsal hiyerarşi burada bitmemektedir. Yemek artıklarını almak için gelen Dilenci Kadını tersleyen Hizmetçi, dilenciye Köpekler de yalnızdır ama yaşarlar” (Sf. 136) demekte, onu aşağılamaktadır. Oyunda bu şekilde hem toplumsal cinsiyet kuralları ile baskılanmış kadının, hem de sınıfsal kurallarla baskılanmış işçi sınıfının ve dahası yiyecek yemeği olmayan fakir insanın acısı, birbirine olan hiyerarşik baskıcılığı anlatılır.

Oyuna adını veren Bernarda Alba’nın Evi oyunda dile getirildiği üzere bir manastır ya da hapishane gibidir. Yazar burada sadece sembolik bir anlatıda bulunmamış, kelimenin tam anlamıyla bir hapishaneyi tasvir etmiştir aslında. Çünkü evdekilerin dışarı çıkmaları yasaktır. Pencereden dışarı bakmaları dahi hoş karşılanmaz. Onlar, babalarının ölümü üzerine törenin getirdiği 8 yıllık bir yas süresince evde kalacaklar ve dışarı çıkamayacaklardır. Bu hapishane olgusu sadece oyun karakterleri için değil, okuyucular ve izleyiciler için de geçerlidir. Oyun hiçbir zaman evin sınırları arasına çıkmaz, dışarıdan bir sahne göstermez. Dışarıda olanlar ya söylenti ya da pencereden görme şeklinde izleyiciye aktarır. Bu hareketiyle Lorca bizleri de o hapishanenin duvarları içerisine almış, dışarıyı görmemizi istememiştir.

Hem gerçek hem sembolik bu hapishane anlatısında Evin ahırında duran ve duvarlara vuran at önemli bir metafordur. Kapatılan, özgürlüğü kısıtlanan bireyin çığlığını atın isyanıyla görürüz. Bernarda, oyunda belirttiği üzere atı çiftleştirecektir, çünkü doğacak yavrulardan geçim sağlamaktadır. Bu noktada at hem kapana kısılmış hem de toplumsal cinsiyet bakış açısına göre evde oturmaktan, çocuk doğurmaktan fazla bir işlevi olmayan kadını başarı ile temsil eder. Bernarda’nın at hakkındaki sözleri sanki Adele’yi anlatmaktadır. “At kapatıldığı için evin duvarlarını tekmeliyor.” (Sf. 174)

Toplumdaki törelerin oluşmasında hiç kuşkusuz dinin büyük bir etkisi olmuştur. Özellikle Orta çağ karanlığında başlayan kilisenin yozlaşması ile birlikte, din bireyler üzerinde bir korku öğesi ve otorite haline gelmiştir. Bernarda Alba’nın Evi’nde Hristiyanlığa çok sayıda gönderme bulunur. Örneğin, karakterler kiliseden eve geldiklerinde istavroz çıkarırlar, kilise çanlarının sesine oyunda gönderme yapılır, La Poncia, Bernarda’ya olan nefretini anlatırken “İsa’ya acı veren çiviler onun gözüne çakılır inşallah!” (Sf. 134) diyerek bedduada bulunur.

Oyunun trajik kahramanı olan ve sisteme, otoriteye başkaldıran bireyi sembolize eden Adela’nın, bu başkaldırıya kalkanların sonunun Hz. İsa’nın yaşadıklarına benzeyeceğine dair olan bir anlatı yapılarak sembolize edilmesi de oldukça ilginçtir. Adela, âşık olduğu Pepe el Romano ile kaçmak isterken arzusunu şu sözlerle ifade etmektedir: “… Namuslu geçinen erkekler peşime düşecekler, evli bir erkeğin metresine layık görülen dikenli tacı takacağım ben.” (Sf. 185) Bu dikenli taç metaforu ile topluma başkaldıran insanların sonu, açıkça anlatılmakta hem önseme yapılmakta hem de toplumsal ikiyüzlülük eleştirilmektedir. Nitekim İsa ile başkaldıran birey arasında kurulan benzerlik, dini bir göndermeden öte olarak, otoriteye karşı kitleleri peşinden sürükleyen kişinin otorite karşısındaki sonunu anlatmaktadır. Yazar, birey töre çatışmasında bireyin asla kazanamayacağını, acı törelerin her zaman kan alacağını bizlere bu şekilde önseme yoluyla aktarmıştır. Burada yapılan toplumsal ikiyüzlülük eleştirisi ise, dini mutlak bir otorite kabul eden toplumun, yeri geldiğinde töre kurallarını çiğneyen bireylere karşı inandıkları dini önemsemeyecek kadar gözlerinin döneceği, zamanında yapıldığı gibi, inandıkları dinin peygamberine uygulanan işkenceyi bu başkaldıran bireye karşı uygulayacaklarıdır. Dikenli Taç aynı anda hem İsa’da olduğu gibi başkaldıran bireyin gücünü, toplumu arkasından sürükleyebilme yetisini hem de törenin bu gücü bir çırpıda nasıl yerle yeksan edebileceğini, onu çaresiz hale düşürebileceğini göstermektedir.

Lorca, Bernarda Alba’nın Evinin dışını evin kızlarına ve izleyicilere göstermediği gibi oyunda hiçbir erkek karakteri de sahnede göstermeyerek, tek satır yazmadan çok fazla şey anlatmaktadır. Oyunda hiç erkek görünmemesi son derece önemli bir tercihtir ve anlatı açısından etkisi büyüktür. Bizler de o eve, Bernarda’nın kızları gibi kapatılmış ve hapsedilmişizdir. Bu şekilde izleyici de dış dünyayı sadece anlatılardan, pencerelerden görmekte, evin sınırları dışına asla çıkamamakta, töre kuralları gereği erkekleri görememekte, bu baskıyı, törenin saçma kurallarını, bizzat kendi yaşamaktadır.

4.TEKRAR EKSENLERİ:

Ölüm – Oyun bir ölümle başlamakta ve bir ölümle bitmektedir. Ölüm, töreye ve kurallara aykırı gelmenin tek sonucu, yazgısıdır. Adela, aşkı uğruna, toplumsal kuralları, töreyi karşısına almış, otoriteye isyan etmiştir. Bunun sonucu onun için ölüm olur. Pepe el Romano’nun, annesi ve kardeşi tarafından öldürüldüğünü zanneder ve intihar eder. Çünkü onu hayatta tutabilecek tek umut ışığının solduğunu düşünmüştür. Adela’nın bu eylemi sadece aşkını kaybetmenin karşısında bir refleks değildir, kaderinin ölüm olacağını zaten bilmektedir. Nitekim evlilik dışı ilişkisinden doğan oğlunu öldürdüğü iddiasıyla galeyana gelen halk Librados’ların kızını ölümüne linç ederken, Bernarda o kız için şöyle demektedir: “Yaptığının cezasını çeksin! Jandarmalar gelmeden işini bitirsinler! Günah işlediği yerinden kızgın kömürle dağlasınlar!” (Sf. 172). Adela bu sözleri duyarken karnını tutmaktadır, çünkü o da hamiledir yani annesinin söylediği günahı o da işlemiştir. Bu gerçek ortaya çıktığında kaderinin o kızdan farklı olmayacağını, töreye karşı gelenin sonunun mutlak ölüm olacağını bilmektedir.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri – Oyunda, kadın ve erkeğin toplum içindeki yeri sık sık dile getirilmekte ve toplumda kadının ne kadar baskılandığı, hor görüldüğünü gözler önüne serilmektedir. Bu toplumda, cinsiyetlerin rolleri ve görevleri katı sınırlarla çizilmiştir. O sınırların ihlal edilmesi demek büyük bir suçtur ve cezası muhtemel ki ölüm olacaktır. Bernarda kızlarına “Kadınlar kilisede rahipten başka kimseye bakmamalılar” (Sf. 138) diyerek kadının yaşayabileceği her türlü aşk, sevgi, arzu gibi duygulara bu toplumda yer olmadığını açıkça vurgulamakta, bir erkeğe bakmanın dahi büyük bir suç olduğunu aktarmaktadır. Yine Bernarda tarafından söylenen “Kadınların işi iğne ve ipliktir. Erkeklerin işi ise katır ve kırbaçlardır” (Sf. 141) sözleri toplumsal cinsiyet rollerinin sınırını açıkça göstermekte, kadınlarının yerinin ev olduğunu ve bu ataerkil düzende erkeklerin kadınlara gösterdiği şiddetin meşru olduğunu belirtmektedir. Martirio tarafından söylenen “Çirkinlik erkeklerin umurunda mı sanki! Onların tek ilgilendiren toprak edinmek, bir çift öküz ve bir de yemeğini pişirecek itaatkâr sadık bir kadın” (Sf. 146) sözü de kadın erkek ilişkilerinde, kadının hiçbir söz hakkı olmadığı, bu ilişkilerin sevgi ve aşka değil, pragmatist olarak zenginlik kazanma amacı taşıdığını gösterir.

Toplumsal Cinsiyet rolleri ile ilgili en önemli nokta ise törelerin ya da toplumsal kuralların ihlali konusunda gelmektedir. Çünkü bu toplumda bir kural ihlal edildiğinde onun suçlusu her zaman kadın olur ve sadece kadın cezalandırılır. Bir kadın örneğin zina yaptığı gerekçesiyle toplum tarafından cezalandırılırken bu eylemin diğer tarafı olan erkek hiçbir şekilde cezalandırılmamakta, hatta yaptığı kötü bir şey olarak görülmemektedir. Bu ataerkil toplum düzeninin bir yansımasıdır ve evin mutlak otoriteri Bernarda bir kadın olsa dahi o da bu ataerkil düzenin bir temsilcisi, bayrak taşıyanıdır. Erkeklerin töre kurallarını çiğnemesinde dahi her yaptığının meşru kabul görmesi ve kadınların toplumdaki mutlak kaderi şu sözlerle ifade edilir. “LA PONCIA – Erkeklerin böyle şeylere ihtiyacı vardır. ADELA – Erkekler ne yapsa affedilir. AMELIA- Kadın doğmak en büyük cezadır. MAGDALENA – Gözerimiz bile sanki bize ait değilmiş gibidir.” (Sf. 161)

Töre ve Dedikodu- Töre ve toplumsal kurallar hiç kuşkusuz oyunun temel arka planını oluşturmaktadır. İnsanların ne yapıp ne yapamayacakları, neler yaparsa iyi neler yaparsa kötü karşılanacağı toplum tarafından kurallara belirlenmiştir. Bu kurallara uymak da o toplumun tek amacı ve görevidir. Kurallara uymamak, onları sorgulamak gibi bir seçenek yoktur. Toplumsal kurallar ve töre, cenazede siyah renk dışında bir renkte yelpaze kullanmanın ölüye saygısızlık olmasından, kadın erkek ilişkilerine kadar geniş bir çehreyi kapsar. Ancak kuşkusuz cinsellik ve birey olma olgusuna dair kurallar bu töre içindeki en katı olanlardır.

Evlilik dışı bir ilişki, hatta kadın erkeğin yan yana geleceği bir görüşme bile toplum tarafından son derece şiddetli kınanır. Bu nedenledir ki Angustias, nişanlısı ile sadece pencere önünden konuşabilmektedir. Hatta kocasını yıllar önce kaybetmiş La Poncia da kocasıyla böyle tanışmıştır. Kadın ve Erkek ilişkileri mutlak sınırlarla kapatılmış, bireylerin birbirlerini tanımaları, sevmeleri, âşık olmaları ve pek tabi arzulamaları bu kurallar ile açıkça yasaklanmıştır. Örneğin gece geç vakitte samanlıktan dönen Adela’ya annesi “Orası kötü kadınların” yeridir diyerek bu kuralların sadece soyut olarak duyguları değil, somut olarak mekanları da kapsadığını göstermekte, bu kurallar nedeniyle kızlarını asla dışarı çıkarmamakta, erkeklerle görüştürmemektedir.

Kuşku yok ki cinsellik bu kuralların odak noktasında yer alır. Çünkü bireylerin birbirine duyacağı soyut bir aşk toplumu fazla ilgilendirmeyecek bir olgu iken, fiziksel bir yakınlık nedense her toplumu rahatsız etmiş ve özellikle bakirelik kavramı töre içerisinde önemli bir yer kazanmıştır. Ülkemizde de olduğu gibi bakirelik ataerkil toplum tarafından kutsal kabul edilmekte, bir kadın tecavüze uğrasa dahi suçlusu o olmaktadır. Çünkü kınanması gereken ya da yanlış olan şey eylemin kendisi veya nasıl gerçekleştiği değil, sonucudur. Kadın bir tecavüz sonucu bekaretini yitirse bile bunun sorumlusu o kabul edilir. Bu bakış açısı oyundaki toplumda da hakimdir ve oyunun sonunda intihar eden Adela’nın arkasından annesi Bernarda acı çekmek ve yas tutmak yerine, panik ve histeri içerisinde kızının bir bakire olarak öldüğünü ve hamile olduğu gerçeğinin ev sınırları dışına asla çıkmaması gerektiğini belirtmektedir.

Bu noktada dedikodu ve başkalarının söyledikleri şeylere duyulan korku de oyun boyunca sık tekrarlanır. Çünkü bu iki kavram aslında töre kavramıyla iç içedir. Dedikodunun özünde, toplumsal kurallara aykırı davranmadığı halde, toplumun yanlış anlaması korkusu yatmaktadır. Oyun boyunca sık sık, başkalarının kendileri için söyleyecekleri şeyden korktuklarını görürüz karakterlerin. Bunun da nedeni hiç kuşku yok ki, töreyi var eden şeyin, toplumun bunun hakkında gerçek ya da dedikodu olması fark etmeksizin konuşması olmasıdır. Bu durumu Magdelena karakteri çok güzel özetlemekte ve “biz burada başkaları ne der korkusuyla çürüyüp gidiyoruz” (Sf. 146) demektedir. Dedikodu ve başkaları ne der korkusu karakterin eylemlerini şekillendiren otorite kadar güçlüdür. Sisteme, otoriteye baş kaldıramamanın temelinde bu yatmaktadır. Başkaldıran Adela ise başkalarının ne söyleyeceğini umursamaz. Onun için tek önemli olan şey istediği şeyleri yapmaktır. Zaten bu nedenle “Alışmayacağım. Ben evde kapalı kalamam. Sizler gibi vücudumun bu evde çürüyüp gitmesini istemiyorum, beyazlığımın bu odalarda kaybolup gitmesini istemiyorum” (Sf. 149) der.

5.KARAKTERLER VE İLİŞKİLERİ:

Oyunda karakterleri belli toplumsal kişiliklere eş tutarsak ilişkiler de buna paralellik gösterir. Bernarda karakteri otoriteyi, gücü, töreyi, kuralları temsil ederek, hem İspanyol kırsalına hâkim olan ataerkil, feodal düzenin bir temsilcisidir hem de İspanya’nın siyasi sahnesinde etkisini arttırmaya başlayan özgürlük karşıtı, monarşist, faşizan otoriteyi simgeler. Bernarda’nın kızları İspanyol toplumun bir mozaiği gibidir aslında. Her birinin birbirinden farklı karakteri ve hayata bakış açısı olsa vardır. Adela dışında hepsi kurallara sıkı sıkıya uyan, bu kurallara karşı gelemeyen, kaderlerine boyun eğemeyen ama bir yandan aşk, sevgi ve tutku gibi konularda büyük bir çaresizlik yaşayan kimselerdir. Adela oyunun trajik kahramanı olarak sisteme, otoriteye baş kaldıran, kuralları yıkma eylemine geçme cesareti gösteren tek figürdür. Hem özgürlükçü bireyi hem de dönemin İspanyol siyasi hareketindeki faşizm karşıtlarını sembolize eder. Evin hizmetçileri de ne kadar kötülüğe maruz kalırlarsa kalsınlar, çalıştıkları kişiye karşı haklarını alamayan, köleleşen, sistem çarklarında kaybolmuş işçileri, ırgatları temsil etmektedir. Bu noktada Bernarda ve Adela birincil, evin kızları ikincil, evin hizmetçileri ve Bernarda’nının annesi üçüncül oyun karakterleridir.

Bernarda – Kızları:

Bernarda ile kızları arasındaki ilişkide sert, otoriter, kurallara sıkı sıkıya bağlı bir anne figürü görürüz. Onun için kan bağı önemlidir ancak kan bağından önce, toplumsal kurallar gelir. Bernarda töreyi, kızlar bireysel istekleri sembolize ederken bu iki durum çatışması yaşanır. Adela dışındaki kızlar dış dünyaya çıkmaya, bir erkeği sevmeye, özgür olmaya istekli olsalar da otorite figürü Bernarda’dan korkmakta, istekleri hakkındaki konuşmalarını ondan gizli yapmakta, onun yüzüne karşı hiçbir şekilde bu isteklerini dile getirememektedirler. Onlar yazgılarını kabullenmiş, toplumsal cinsiyet rollerini kabul etmişlerdir. Evin dışına çıkmak, bir erkekle görüşmek onlar için bir hayaldir ancak bunu asla yerine getirme cesaretleri yoktur. Oyunda dile getirildiği gibi sanki birer koyundurlar.

Bernarda – Adela:

Adela, otoriteye baş kaldırıp eyleme geçen tek karakterdir. O arzularının peşinden gitmiş, sevdalandığı adamla tüm toplumsal kuralları yıkarak ve ölme pahasına evin sınırlarını aşarak buluşmuş, birlikte olmuş ve hamile kalmıştır. Yukarıda belirttiğim üzere Adela’nın bu eylemi sadece bir başkaldırı değildir. Sonu belli olan bir yolculuğa çıkmak, ölümü kabullenmektir. Adela, sonucunda ölüm bile olsa arzularının peşinden giden, özgür bireyi temsil ederken, bu bireyin, otorite ile çatışmasını görürüz oyunda. Bernarda diğer kızlarına olduğu gibi Adela’ya karşı da çoğu zaman sert, kimi zaman bir anne gibi davransa da oyun sonunda Adela’nın ölümüyle birlikte onun yasını tutmak yerine Adela’nın bir bakire olarak öldüğünün bilinmesini daha önemli kabul eder. Bu da törenin acımasızlığını bizlere gösterir.

Maria Josefa – Diğerleri:

Bernarda’nın annesi Maria Josefa, akıl sağlığı yerinde olmadığı gerekçesiyle evin içinde bir odaya hapsedilir ve oyun boyunca konuşmaları biraz gerçek üstüdür. İlginç olan şudur ki, oyundaki neredeyse tüm karakterler Maria Josepha’ya deli muamelesi gösterse de o aslında Adela gibi hapsedilmiş bir özgürlük temsilcisidir. Maria Josepha’nın, Adela’dan farkı artık çok yaşlı olması ve bir hayal aleminde yaşamasıdır. Maria Jospeha’nın, Adela’ya benzer söylemleri yaşı ve akıl sağlığı nedeniyle Bernarda tarafından hor görülmez, çünkü onların gözünde delidir ve söylediği şeyler yapabilme yetisi yoktur. Ancak genç, sağlıklı ve güzel Adela benzer şeyler söylediğinde toplumsal kurallara bir başkaldırı olarak kabul edilir bu ve başkaldırmanın nihai sonucuyla karşılaşır.

Martirio – Adela:

Martirio da Adela gibi Pepe Romano’ya aşıktır. Ancak o Adela gibi otoriteye başkaldıramamış, aşkını platonik olarak bir pencereden izleyerek yaşamıştır. Martirio, Adela’ya karşı büyük kıskançlık duymaktadır. Çünkü Romano’nun Adelayı sevdiğini bilmekte ve onların beraber mutlu olmalarını istememektedir. Burada aslında Martirio karakterinin yaşadığı kıskançlık bir aşk kıskançlığı değildir. Çünkü Martirio benzer bir kıskançlığı Romano’nun evleneceği Angustais’e karşı hissetmez. Onun kıskandığı şey sevdiği adamın bir kardeşiyle evlenmesi değil, Adela’nın yaptığı gibi istekleri ve arzuları doğrultusunda hareket edememek, sevgisine karşılık görememektir. Özgür bireyi kıskanan, tutsak bireyi sembolize eder Martirio ve oyunun sonuna doğru Adela ile Romano ilişkisini annesine anlatmasıyla yani ispiyonlamasıyla, bu kıskançlık uğruna kardeşini ölüme gönderir.

Pepe el Romano – Kızlar:

Pepe El Romano oyun boyunca hiç görünmese de önemli bir karakterdir. Bu karakter üzerinden aslında menfaatçi, pragmatist bir erkek figürünü görmek mümkündür. Çünkü o Angustais ile nişanlı olmasına rağmen onun kardeşi Adela ile aşk yaşamaktadır. Pepe el Romano, malı ve parası için Angustais ile evlenmek, gençliği ve güzelliği içinse Adela ile birlikte olmak ister. Dönemin iki yüzlülüğünü, toplumsal kurallara sıkı sıkıya bağlılığa rağmen erkeklerin bu kurallarla ne kadar kolay oynayıp bundan kurtulabileceklerini gösterir. Oyunun sonunda Bernarda, Pepe el Romano’yu vurmak için ateş etse de onu öldüremez çünkü onun sözleriyle “Kadınlar iyi nişan atamazlar.” (Sf. 187). Bu aslında kadınların ve erkeklerin toplumsal yazgısına bir göndermedir. Pepe El Romano, sonu ölüm olan o kuralları yıkmasına rağmen asla ölmeyecektir. Çünkü o bir erkektir. Ancak Adela, onun için savaşmayan, bir korkak gibi kaçan Pepe el Romano’nun öldüğünü düşünür ve aşkına o kadar bağlıdır ki onsuz bir yaşamı düşünemez, zaten kurallara aykırı gelmenin nihai sonucunu bilerek intihar eder, korkusuzca ölüme gider.

6.BİÇİMSEL

Düğümler ve Çözümler: Oyunun başlıca düğümü 3 kardeşin birbirinden gizli olarak aynı erkeğe karşı beklentisi olmasıdır. Biri onunla nişanlıdır, diğeri platonik aşıktır diğeri ise ondan hamiledir. Burada ikincil düğüm ağır kurallara hâkim töreyi sembolize den Bernarda’nın bu durumdan haberi olmamasıdır. Oyundaki düğümlere dair bir çözüm getirilmez, Adela intiharı ile ailesinin arkasından “dedikodu” yapılmasını engelleyerek bir nevi başkaldırdığı sistemin bir parçası olmuştur.

Sembolizm: Yukarıda belirttiğim Hristiyanlık ve at üzerinden yapılan sembolizme ek olarak oyunda yine renklerin dili konuşur. Adela özgürlük için konuşurken yeşil bir kıyafet giyip evden çıkacağını söyler. Evin iç duvarları beyazdır, bu da Bernarda Alba’nın takıntısı olan bakirelik ve kirlenmemişliği sembolize eder. Oyun direktifinde yas için eve 200 kişinin geldiğinin belirtilmesi, bu sayının fazlalığı da sadece saygı sunmak için gelen ahaliyi değil, Bernarda Alba’nın Evi yani hapishane duvarlarının içini merak eden insanları gösterir.

Çatışma: Oyunun ana çatışması bireyin toplum ve töre ile olan çatışmasıdır. Bunun yanı sıra kıskançlık, aile ilişkileri, sınıfsal ayrımlar gibi yan çatışmalar da oyunda kendine yer bulur.

Kaynak olarak kullanılan Metin:

Federico Garcia Lorca. “Toplu Oyunları 1”. Mitos Boyut Yayınları, 2006. Çeviren: Hale Toledo

1 yorum: