20 Şubat 2020 Perşembe

Geçmiş Notlar: Kuklacı - Ritüel Sanat Merkezi

Bu yazı aslen 2015 yılında kaleme alınmıştır. Tozlu rafları kaldırarak, bloga geri bir dönüş yapalım.

Kafe/Bar Tiyatrosu konseptine ilgi duymadım. Bu konsept bende, tiyatroya verilen emekten çok, “oyunu izlemeye gelen izleyiciden nasıl daha fazla para kazanırız” sorusunun önemsendiği hissiyatını uyandırmıştır. Hele ki, kimi yerlerde,“Türkiye’deki ilk Kafe/Tiyatro”nun kurucusu olmakla övünen
çeşitli sanatçılar, tiyatrodan çok, olayı ticari bir hamleye dönüştürmeye başladığından beri, bu konsept bana oldukça soğuk ve tiyatronun samimiyetinden uzak geliyor. Yurtdışında kafelerde/barlarda oyun sahnelenmesinden ziyade küçük doğaçlama gösterilerin veya stand-up şovların yapıldığı mekanlar, hiç kuşkusuz popüler fakat yine de sahnede ciddi bir oyun oynanırken yemek yenmesi, bir şeyler içilmesi, oyunun etkisini her daim azaltacakmış gibi görünüyor.

İngiltere’de, tarihi ve meşhur Globe Tiyatrosu’nun fuaye alanında sosisli satıcısından, içki köşesine, Çin yemeğinden, türlü atıştırmalıklara kadar envai çeşit seçenek izleyicilere sunulurken, izleyiciler kah oyun arasında kah oyun esnasında gidip alışveriş yapabiliyor ve bu yiyecek-içecekleri oyun
esnasında tüketebiliyordu. Bu da pek tabi bana oldukça ters gelmişti, fakat bu, gerek Globe Tiyatrosu’nun yarı-açık alan olması, gerekse çok eskilere dayanan bir kültür olması sebebiyle anlayış gösterilebilecek bir durumdu.

Bu önyargılar ve Kafe-Tiyatro konseptine olan olumsuz bakışım elbette ki, daha ismi Kafe Tiyatro olan bu yere karşı  oldukça mesafeli durmama sebep oldu şu ana kadar. Burada
amacım hiçbir tiyatronun yapısını veya işleyişini sorgulamak ve eleştirmek değil. Aksine, insanın ön yargılı yaklaştığı yerlerde ve konseptlerde dahi güzel vakit geçirebileceğini ve bir noktada haksız olabileceğini kabul etmek.



Önyargılarımı, bütün mesafelerimi kırıp beni Kafe Tiyatro’ya yönelten oyun ise Kuklacı oyunu oldu. Bu oyuna gitmemdeki kuşkusuz en önemli nokta, birkaç yıl önce bu oyun metnine amatör bir toplulukta çalışmış olmamız, oyuna oldukça hakim bir noktada bulunmamız ve oyuna dair elden geldiğince dramaturjik bir altyapımız olmasıydı. Dolayısıyla başka bir yönetmenin oyunu nasıl okuduğu, nasıl sahneye koyduğu ve dahası Kafe-Tiyatro konseptiyle bu oyunun buluşmasının nasıl
olacağına dair merak ve heyecanla oyuna gittim.

Oyuna ilişkin izlenimlerime geçmeden evvel birkaç hususu belirtmekte fayda var. Gardner McKay tarafından kaleme alınan oyunun orijinal ismi “Toyer”. Yani Türkçeye çevirdiğimiz zaman “Oyuncakçı” anlamına geliyor. Bu noktada, oyunun ismi olarak Kuklacı seçilmesi ekibin bir tercihi mi yoksa başka bir sebebi mi var bilemiyorum. Her ne kadar bence Oyuncakçı ismi, oyunun alt metnini daha doğru kavrayan bir isim olsa da, özünde bir gerilim oyunundan ziyade çocuk oyununu andırması nedeniyle ekibin böyle bir isim değişikliğine gitmiş olmasını yadırgamadım. (Bu noktada isim değişikliğinin ekip tarafından yapıldığını varsayılmıştır.)



Cantuğ Turay’ın yönettiği oyun, kurbanlarını bir ilaç ile paralize edip onları birer oyuncak’a/kukla’ya dönüştüren ve öldüren bir seri katil ile, bu seri katil üzerine araştırmalar yapan bir psikoloğun hikayesini anlatıyor. Oyunda Peter rolünde Melih Efeçınar, Maude rolünde Begüm Topçu Turay yer alırken, Maude’ın iş arkadaşı sesi olarak Sinan Pekinton’un sesini 
duyuyoruz.

Tek mekan olarak Maude’nin evinde geçen oyunda bir paravan aracılığı ile ev, dış dünyadan ayrılmış ve bu paravandaki kapılar aracılığıyla da hem ev içi hem de ev dışına geçişler sahnelenebiliyor. Küçük bir sahne ve daha da ötesi izleyicilerin L şeklinde oturma düzenine sahip oldukları salonda, sahne düzeni ve dekor yeterli ve tatmin edici düzeyde. Gerçekten oyun çok küçük bir sahnede oynanıyor fakat bu oyun nazarında bu husus büyük bir avantaja dönüşmüş durumda. Zira bu tarz gerilim hatta belki yer yer “in-yer face” öğeli oyunların, büyük, şaşaalı sahnelerde vereceği etkiyle, küçük, kara kutu sahnelerde vereceği etki hiç kuşku yok ki aynı değil.

İzleyiciler oyunun neredeyse içinde, hatta bazı noktalarda oyuncuların nefesini hissedebilecek bir yakınlıkta oturuyor. Kafe Tiyatro’nun küçük sahnesi, bu noktada sanki bir kara kutu sahneymişçesine, izleyicileri oyunun içine çekmekte, gerilimi daha yakından hissettirmekte önemli bir rol oynuyor. Oyunun metnine dair olan en önemli şey, Peter ile Maude’nin karşılaşmalarından itibaren izleyiciye/okuyucuya alttan altta hissettirilen bir rahatsızlık duygusunun olması, izleyicinin
her an diken üstünde olup bir şeylerin kötüye gideceğini düşünerek gerilmesi. Kuklacı’nın Kafe Tiyatro sahnelenmesinde bu oldukça başarılı bir şekilde verilmiş durumda. Maude’nin
iş arkadaşının telesekretere bıraktığı ses kaydı ile Maude’nin araştırmalarına az biraz kulak misafiri olduktan sonra kapıda  Peter’ın belirmesi ile bu rahatsız edicilik düzeyi artıyor, izleyici neden sonuç ilişkisini kurarken Peter’ın hal ve tavırları, söyledikleri ile giderek gerilen bir oyunu izliyor.



Burada reji doyurucu, sesler ve müzikler pek çok büyük sahneye göre gayet net ve yeterli. Önemli olan nokta, inanılmaz ses efektleri veya harikulade müziklerin kullanılması değil. Ses ve müziklerin sahnedeki gerçekliği pekiştirmesi, izleyiciyi oyunun içine katması ve oyunun bir bütün olarak
eksiksiz olmasını sağlaması. İşte Kafe Tiyatro’nun Kuklacı sahnelemesinde de bu var.

Peter rolü ile Melih Efeçınar harikalar yaratıyor. Bilkent’in son dönem en iyi jenerasyonlarından birinin içinde yer alan Efeçınar, karakterini oldukça özümsemiş ve sahneye çok başarılı bir performans çıkarmış. Metin gereği karakter zaten düz bir çizgide ilerlemiyor, düşmeler, yükselmeler var ve fakat daha önemlisi belki de; 5’er dakika arayla 3-4 farklı karaktere bürünüyor. Bu karakter geçişleri o kadar keskin ve başarılı ki, hem oyuncunun hem yönetmenin başarısı bu noktada ortaya
çıkıyor. Peter’ın bu oyun açısından önemi çok büyük, zira hem Maude ile hem izleyici ile bir cambaz gibi oynaması oyunun gerilim unsurunun en temel noktası.

Maude rolü ile Begüm Topçu Turay sahnede yer alıyor. Metin gereği gerilim kısmının pasif süjesi ama karakter olarak sakinliği, ne yaptığını bilmesi sahneye başarılı bir şekilde aktarılmış. Peter’ın onunla oynamasına, onu manipüle etmesine izin verirken, bir yandan da yıllardır peşinden
koştuğu, aradığı ve araştırdığı kişiyi nasıl ve ne şekilde özümsediğini başarılı bir şekilde sahneye taşıyor Begüm Topçu Turay.

Yönetmen Cantuğ Turay, başarılı bir sahneye koyma gerçekleştirmiş. Burada önemli iki nokta var. Birincisi, yönetmenin yapmak istedikleri, düşündükleri kadar, küçük sahne ve L oturma düzenli küçük bir salonda aksaksız ilerliyor oyun. İkincisi ise oyun yaklaşık 2 yıldır sahneleniyor fakat yönetmen bizim izlediğimiz oyunda, oyunu izleyenler arasındaydı. Birçok defa sahnelenmiş oyununu hala izliyor olması, büyük bir artı puan. Prömiyere bile katılmayan nice yönetmen var ülkemizde.

Kuklacı, ufak tefek aksaklıkları olsa da başarılı bir yapım. Her ne kadar Kafe-Tiyatro konseptinde sahnelense de Ankara’nın eksikliğini çektiği alternatif tiyatro oyunları açısından az sayıdaki örnekten birisi olmuş durumda. Burada oyun metninin, sahne düzeninin etkisi büyük yukarıda belirttiğim
gibi. Bu nedenle tiyatroseverlerin izleme listesine almaları gerekiyor bu oyunu. Oyun düzenli olarak Kafe Tiyatro’da  sahneleniyor.

Son olarak önyargıyla yaklaştığım Kafe-Tiyatro konseptiyle ilgili, Kafe Tiyatro’da gözlemlediğim birkaç husus. Oyunun başlamasına kısa bir süre kala salona geldik. Bu yüzden yemek servisi var mı bilmiyorum fakat oyun öncesi ve arasında içecek servisi var. Tiyatro izlerken bir şeyler içmek değişik bir duygu. Bunu ticarete dökenlerden dolayı önyargılı yaklaşsam da Kafe Tiyatro gerçekten sahnede işin hakkını vererek yani olayın tiyatro ayağına önem vererek benim önyargılarımı kıran bir
mekân oldu.

Ali Uygur Selçuk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder